lisede yediğim boktur efendim.
üstelik bir cemaat evinde!
çok pis karaçalı dinlediğim dönemdi. defolu caddelerde fotomontajı kapatıp, azize veda'ya geçtiğim, dumandan boya ve uçuşan hayal dinleyerek gaza gelip akçalı almaya kalkıştığım, param yetmeyince 25 kuruşluk keçeli kalemlerle apartmana o zaman ki tagim olan imha'yı yazdığım günlerdi.
sınıftan bir arkadaş şehirdışından geliyordu, trakyanın güzel bir şehrinden. benim de trakyalı olmam neticesiyle çabuk kaynaştık ibneyle. ama gel gelelim şakirtti. bazı konularda fikir ayrılıklarına düşsek dahi iyi bir elemandı. ismini vermeyeyim.
neyse, ben tabi okulun mobil rapçisi, yürüyen gardırobu olarak lisenin olduğu semtin sokaklarında yavşak yavşak geziyordum. okuldan hemen eve dönmek harcım değildi, yakınlardaki cafede çay pörtletip, 50 krşa aldığım winston dal sigarayı içiyordum. bu arkadaş gördü beni, evi yakındı liseye. geldi yanıma oturdu sigarayı dönmek için uzattım,öf pöf yaptı. bir çay söyledim,içmedi. iyice uyuz oldum.
klasik muhabbetler işte, okul vs. konuşuyoruz. tost söylemeye yeltendim. bunun ellerinde poşetler vardı, basmış belediye ekmeğini aq. gel bizde yiyelim dedi. çay falan da içeriz abilerle dedi. olur dedim. zaten şu dünyada bi beleş gıdaya, bir de çaya dayanamam. belediye ekmeğini de ayrı severim.
neyse gittik. televizyon yok, alt notalarından patatesli yumurta gelen kesif bir ayak kokusu hakim. salonda bir iki tane tek kişilik çalışma masaları var. şimdi hatırlayınca bile bezdim. neyse dedim bir elimi yıkayayım falan, adamlar bizi öküz sanmasın. "tuvalet adabı" diye bir şey yapıştırmışlar kapıya. vay aq.
mutfakta gözüme " fem dershanesinin hediyesidir, satılamaz " ibaresi konulmuş, evladiyelik, devasa bir makarna çuvalı çarptı. proteinin bokunu yiyeyim deyip çıktım mutfaktan.
neyse, misafir var diye olsa gerek, hem makarna, hem patatesli yumurta yapmışlar yedik ettik, bir ışık evi geleneği olan çaylar geldi. bu çaylar aynı zamanda benim için bir mülakat niteliği taşıyordu, farkındaydım. o dakikaya kadar yanımdaki 4 şakirt için efendi çocuğu oynamıştım.
bizim arkadaş abilerine laf olsun diye rapçi olduğumdan bahsetti. zaten kırmızı spor ayakkabılarımla, geniş pantolonumla, l beden gömleğimle adeta "ben rapçiyim ağalar" der gibi anırıyordum.
bana sırf ilgiliymiş gibi gözükmek için rap hakkında sorular sordular. ben de keriz gibi liseli özgüvenimle savundum da savundum. anlattım da anlattım.
ee dediler, açta bir dinleyek. benim kulaklıklar da hep sarkardı gömleğimden o zamanlar. dedim 4 adama nasıl dinleteyim falan, ufak portatif bir hoparlör vardı. benim mp3 ü bağladık ona.
şimdi düşündüm ulan ne dinletebilirim bu adamlara? o zamanlar şimdi olduğu gibi, yobaz rap yok, her şarkı bir şaheser adeta. (yobazlar alınmasın)
e zaten kaç gündür karaçalı dinliyordum, azize veda'daki " benim aşkım allah aşkı hukuk bilirim fenniyim " lafları beynimde dönüyor da dönüyordu. ulan dedim açayım şunu da bir aşka gelsinler.
açtım.
bıyık altından gülüşerek, bana sanki onlarla akranmışım gibi davranarak beni içlerine almaya çalışan şakirtlere dayadım karaçalıyı. 2. verse aklıma gelmiyordu. unutmuştum.
şarkı başlıyor, güzel bir sample. ilk kez rap dinleyecekler için son derece şaşırtıcı.
sözler giriyor, bırakın ilk kezi, yüz kez dinleyen birisi için bile zor anlaşılabilecek cümlelerle başlıyor şarkı. burkamadıkları bıyıklarını kaşımakla yetinen şakirtlerin casiolarına takılıyor gözüm;saat benim için çok geç !
şarkı devam ediyor, karaçalı sağlı sollu geliyor.
benim aşkım Allah aşkı
hukuk bilirim! fenniyim
benim tahtım halkın tahtı
bir ateş yaktım içinde kendim yandım
diyor karaçalı, cemaat evinde yüzler gülüyor, fısıldayarak sübhanallah diyorlar, birbirlerine bakıp gülümsüyorlar.
İbrahim aleyhisselam'a atıfta olsun
yanmadı ruhum!
kesik kesik allah-u ekber'ler duyuluyor o minik ağızlardan.
buysa nizamı, alırım hizamı, çekerim fizanı
Sahabe-i Kiram'ı zikretmekle geçsin ömrüm
evde bir bayram havası...
çok seviyorlar, vücutlar gevşiyor. şakirtler aşka geliyor, " çal mübarek ! " diyorlar, kafire inat çal !
koy koy koy komüniste
koykoykoykoykoy ateiste diye tempo tutuyorlar içlerinden.
karaçalı mahşeri anlattığı bölümde resmen eve nur damlıyor, abiler olsun, şakirt arkadaşım olsun hiç sevinmedikleri kadar seviniyorlar.
ancak bir sıkıntı var, karaçalı şöyle diyor o kısımda;
lakin ben çok kirlendim
ikinci verse de küfrettim
ulan? 2. verse ?
neyse ilk verse bitiyor, nakarat giriyor.
abi kapatayım, sıkılmışsınızdır diyorum. master abi " olur mu mübarek, dinleyelim sonuna kadar " diyor. ık mık etsem de karaçalının
"şeklini şemalini siktiğimin piçleri" deyişine engel olamıyorum.
birden -90 a düşen hava pencerenin buz tutmasına neden oluyor.
"ot sarmayı bile bilmez, mukavvadan zıvana yapışları.. "
penceredeki don dış cepheden içeriye yayılmaya başlıyor.
mübarekler dehşete kapılıyor, arkadaş garanti anama küfrediyordur. ben ayak başparmağımı işaret parmağıma basıyorum. halıda sanki goya nın çocuklarını yiyen satürn tablosu resmedilmiş gibi, halıya kitleniyorum.
bitse de gitsem.
bitmiyor.
delikanlı adam oturur otunu evinde içer!
delikanlı adam sokakta am koklamaz
geçer yatağa, benim siktiğim gibi siker!
yüzler bana dönüyor. bir şey diyemiyorum. kimsenin aklına türkçe'deki " kapatmak, son vermek " fiilleri gelmiyor. sağlı sollu küfür yiyoruz karaçalıdan. el değmesiz bakir mübarekler karaçalıdan vuruş tavsiyeleri alıyor.
necip fazıl üstad diyor, kurtulamıyorum.
savaşla ihya olunmaz diyor, yook...
şarkı bitiyor, baş abi kalkıp mutfağa gidiyor, diğer m ve s beden abiler de yavaş yavaş kalkıyorlar, biri çay getiriyor. ben hoparlörden çıkartıyorum mp3 ü, arkadaşla tek kalıyoruz odada. hiç bir şey konuşmadan çayımı içiyorum.
kenarda risaleler, mp3'te defolu caddelerde fotomontaj başlıyor... pil bitti bitecek.
hadi ben kalkıyorum deyip ufaktan ayrılıyorum. mutfakta bir şeylerle uğraşan abilere teşekkürlerimi belirtmek üzere, onların adetini yerine getiriyorum.
"selamunaleyküm."
boka bakıp konuşur gibi kesik bir ılıykimselam duyuluyor.