@hashashi – Son yazdığın iki entry çok fazla çelişki ve boşluk barındırıyor. (Sonradan “Gerçek düşüncem şu” diyerek, bazı kısımlarda aşırıya kaçtığını sen de kabul etmişsin ama ben böyle söylememişsin gibi yazdım)
“Gönlüm diyor ki yeni gelen cumhurbaşkanı birinci ağızdan her türlü dine karşıtlığını dile getirsin, aktif olarak mücadele edilsin.” - Devamında bu dediğini kendin de eleştirmişsin ama benim eleştirim farklı bir noktadan olacak: Öyle birinin cumhurbaşkanı adayı olduğu ve seçildiği bir senaryo pek mümkün değil. Bunun ucu “Demokrasi iyi bir şey değil”e kadar gider. Ben de öyle birinin seçildiği bir senaryo için “Demokrasi iyi bir şey değil.” derim mesela. Aslında “demokrasi” derken akla direkt “körü körüne demokrasi” geliyor, hâlbuki olması gerektiği şekliyle demokrasi o kadar da kötü bir şey değildir; ama senin bahsettiğin senaryo sadece diktatörlükle, çarpık bir aristokrasiyle veya körü körüne demokrasiyle gelinebilecek bir nokta.
“Derslerde dinin zararlı tarafları öne çıkarılmalı.” - Yararlı bir şey de zararlı kişilerin elinde zararlı hâle gelir; dolayısıyla insanların oluşturduğu zarara bakıp “Bu, dinin zararıdır.” demek mantıklı değil. İnananların çoğunun düzgün inanmaması bir inanç sisteminin kendi içinde düzgün olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Kur'ân'da “Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a iman etmezler.” buyurulur. (Yûsuf suresi 106. âyet)
“Rümeysa Fatiha'yı okumalı ama bunun yanlış olduğunu bilmeli.” - Bugün yaşanan sorun teoriyle pratiğin farklı olması. Yanlış pratikten kurtulmak için teorinin dışına çıkmak mantıklı değil. Eğitim sistemindeki sorun ezberin ve bir nevi toplum mühendisliğinin benimsenmiş olup tefekkürün, hakiki manada insani ilerlemenin dışarıda bırakılmasıdır. Senin “olması gereken” diye özlemini duyduğun sistem de aynı şeyin laciverdidir. Gerçekten güzel günler görmek istiyorsak ülkenin ve dünyanın bu iki kutuptan da kurtulması gerekiyor.
“Akılcı düşünce ön plana çıkarılmalı.” - Bir düşüncenin akılcı olup olmadığına neye göre karar vereceksin? “Herkes kendi aklını beğenir.” diye bir söz var. Ayrıca akılcı geçinenlerin çoğu akılcı değil, duygucu bana göre. Şunu da ekleyeyim ki “akılcılık” ile “akıllılık”ın da aynı şey olmadığına dair bir yoruma rastlamıştım:
www.youtube.com/watch?v=xHoxBCuh-nA
“Din X akıl çelişkisi”nden beslenenlere reddiye mahiyetindeki bir diğer video:
www.youtube.com/watch?v=0E4I-9ed0hM
“Yüzyıllardır denendi ve asla olmayacak” - Evet ve zaten bu tablonun oluşması dinin sebep olduğu değil, dinin öngördüğü bir tablodur. Hakla batılın yer değiştirmesi, insanların hayrı şer, şerri hayır görmesi kaçınılmaz şeyler. İnsan yanlışsız bir dünya inşa etmeye değil, yanlışla doğrunun çatıştığı bu dünyada doğru tarafta yer almaya çabalamaya geldi. Doğru bir tane iken yanlış çok; ayrıca bu yanlışlar da genellikle başka yanlışların zıddı oldukları iddiasıyla kendi doğruluklarını ispata çalışırlar. Bahsettiğin “akılcılık” da kendisini “dincilik”in tek alternatifi olarak sunma noktasında bu hataya düşer; hâlbuki bu ikisi -yukarıda değindiğim üzere- taban tabana zıt falan değildir.
“Madımak” - Bu katliamı işleyenler dinde haksız yere cana kıymanın, hatta haklı yere de olsa yakmak suretiyle cana kıymanın şirk olduğunu bilmiyorlardı veya unutmuşlardı. Yaptıkları, insanlara yapılan bir zulüm olma haricinde dine de bir iftiradır.
“İki tarafın görüşleri” - Ortada iki tane taraf yok, daha fazla taraf var. Örneğin senin de bahsettiğin gibi, “evinde kendi hâlinde dinini yaşayan ve çevreye salça olmayan masum insanlar” da bir taraf. Ama din sadece “evde kendi hâlinde” yaşanacak bir olgu değil aslında ve bunun aksi “çevreye salça olmak” da değil. Sürekli ikili karşıtlıklar yaratıp onlar üzerinden yürüyorsun; ama en azından üçüncü bir yol daha var.
“Devlet din işlerine karışmamalı.” - Şu an Diyanet kuruluş felsefesine göre hareket etmiyor ki. Diyanet'in kuruluş amacı zaten dinin tarikatlar ve cemaatler eliyle sömürülüp insanların farklı cephelere ayrılmasının önüne geçmek; ama günümüzde hepsine alan açan ve neyi savunduğu belli olmayan bir kurum hâline geldi. Ama düşünüldüğü şekliyle bir Diyanet'in faaliyet yürütmesi de bana bir ütopya gibi geliyor, çünkü neticede insan idaresi söz konusu. “Her dine eşit mesafe” anlayışı da imkânsız ve kendi içinde mantıksız bir anlayış.
Sonuç olarak ve konuyu da genişleterek diyebilirim ki inançsızlık; varlık âleminde en üst mertebeye insanı veya doğayı koyar; ama gördüğün üzere “insan” ne olduğu pek de belli olmayan bir varlık. İnançsızlığa göre konuşulursa, kendine birtakım inançlar üretmiş ve bu inançları kullanarak diğerlerine zulmetmiş. Ayrıca inançlar haricinde birtakım ihtiyaç ve hırslar da zulüm sebebi olmuş. İslâm dinine göre ise insan âciz bir varlık ve her şeyin en doğrusunu bilen Allah'a teslim olduğunda kurtuluşu bulabilir. Dine tâbi olduğunu, dini ve kutsal kitapları doğru anladığını iddia eden kalabalığa bakıp dinin kendisini yargılayınca o çok şikâyetçi olduğun “insan”ın ötesini ve dolayısıyla hayatın anlamını inkâr etmiş oluyorsun.