Erdem Bayazıt şehir ve doğa burcundan
Kimi kımıltılı kimi hareketsiz
Kimi konuşan kimi sessiz
Bu insanlarda yenilmeyen bir güç var
Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara
Bu insanlar da sığmıyor meydanlara.
Yüzlerde okunan sadece
Kararsızlık, tedirginlik, endişe
Ve içsel yalnızlığın hüznü
Ve asla dinmeyen sıla özlemi.
Sıla, ey ruhumuzun coğrafyası!
Hep bir hazırlık kargaşasında büyüyor halk
Şehrin sokaklarında, caddelerinde
Meydanlarında
Evlerin önünde bahçelerde
Çoğalıyorlar
Her yerde ve her şeyde
Büyük bir göçün telaşı var!
Atlar kişnemeye başladı
Sabahı selamlıyor horozlar
Yer yer tütmeye başladı bacalar
Şehri denetleyen bir dev gibi
Yükseliyor ufuktan güneş
Işığının değdiği her şey
Parlıyor
uyanıyor
canlanıyor.
Hep yarınları bekledi bu insanlar
Geldiğini hiçbir zaman farketmediler
Hep arkalarında yas tutan bir sevgilileri
kalmış gibi!
Hep önlerinde kendilerini bekleyen
bir özülke varmış gibi
Beklediler.
Telefon tellerine konmuş bu kuşlar
Hangi habere ayarlanmışlar?
Bu gelen esinti bir haber mi getirdi
Sevinçle ürperen doğaya?
Yaşayıp durduğumuz anların
Uçsuz bucaksızlığında
Yükseliyor güneş
Yükseliyor umutlar!
Bütün canlılar
Aşkla mest, aşkla diri
Yağmurun sesini dinler gibi
Dinliyorlar birbirlerini.
İnsanlar kıvılcımlanıyorlardı
şehrin meydanlarında
Çağırıp duruyordu ıssız kırlar onları
Nehirler gülümseyen sevgililerin
gamzeleri gibi
Girdaplar oluşturarak akıyorlardı
İnsanlar fısıldaşıyorlardı
İnsanlar kıvılcımlanyorlardı
Yazgılarına inanıyorlardı
Aşklarına güveniyorlardı
Sırlarına sadıktılar!
Sonra ölmüş bir boğanın donmuş
gözlerinde
Kaynayan kurtçuklar gibi
Kaynaştılar şehrin içinde
Sonra koşuştular
Kendilerini kırlara vurdular
Susamış bir davar sürüsünün
Su yatağına koşuşu gibi.
Yürüdüler insanlar
Dizi dizi, sıra sıra, konvoy konvoy
Biteviye yürüdüler
Güneş adeta bir vicdan azabı gibi
Her an biraz daha ağır
Çöküyordu omuzlarına
Dallarından ölü ağırlıklar sarkar gibi
Durup duruyordu meyve ağaçları
Buğday başaklarının
Ayakta durmaktan yorgun düşmüşler gibi
Eğilmişti başları
İnsanların sanki toprağa yapışıyor gibi
Kalkmaz olmuştu yerden ayakları.
Her an büyüyen bir susuzluk gibi
Yakıcı bir özlem;
İçlerinde büyümeye başlamıştı insanların.
İpek bir dokumanın havada dalgalanması gibi
Kanın damarda ılık ılık akması gibi
Şehirlerin düzeni, evlerin gizemi, odalarının
mahremiyeti
Yataklarının derinliği, yorganlarının serinliği
Çağırıyordu onları.
Tepelerin ardında bekleyen yalnızlık
Ürkütüyordu onların bedenlerini
Doğanın kendine mahsus diriliği
Ürkütüyordu bedenlerinin ölümcüllüğünü.
Ey kabına sığmayan kırlar!
Ey kabuğunda can çekişen kent!
Kimsenin efendisi değilsin kırlarda
Kendinin bile
Her şeyin kölesisin şehirlerde
Kendinin bile!
Ey insan niçin?
Tedirginsin dişi kuşlar gibi
Fırtına öncesinde.
Ey şafak uyandır bizi öperek alnımızdan
Ey doğa emzir ruhumuzu
Ey şehir kovma bedenimizi kapından
Ey aşk merdiveni ulaştır bizi cennetine!