Farklı şairlerin farklı stilleri olmuş tarih boyunca. Bu farklılıklar da akımları oluşturmuş. Kimileri hece ölçümüne göre yazmayı yeğlemiş kimileri sesli/sessiz harflerin cümle içindeki kullanımına bir biçim getirmiş. Kimileri tek satırda anlam vermeye odaklanmış kimileri de tek anlamı tüm paragrafa yaymayı usül edinmiş.
Esasında tüm bu farklılaşmaların sebebi; beynin farklı bölgelerinin farklı algı ve anlatı becerilerinin olmasıdır. Cem Yılmaz'ın "Kimi istanbul' bakmış bla bla demiş kimi bla bla demiş" esprisinde olduğu gibi. Obje aynı olsa da subjektif bakış açısı, algılama ve ifade ediş her birey, her kültür temelinde her beyin için farklı olmuş. Çünkü beynin bu merkezleri her birimiz için farklı yüzdelerde aktif olabiliyor.
İndigo'yu mükemmel bulan insanlar, konuyu doğrudan anlatan cümle yapılarına uygun bir algıya sahipken; Sansar'ı dinleyenler ise hiçbir anlamı olmayan bir cümle ya da o cümlelerin oluşturduğu paragraftaki kelimeleri kendi beyinlerinde kendi hikayeleriyle birleştirerek bir anlam çıkarabiliyorlar. Hatta kimi beyinler mutlak bir anlam peşinde de koşmayabiliyor. Sadece kafiye ve ses tonu bile müziğin insana vermesi gereken seratonin ve benzeri hormonların salgılanmasını sağlayabiliyor.
Yani bazen konuları sadece anlamsal düzlemde değerlendirmek yetersiz kalabilir. Beyin fonksiyonları, biyolojik reaksiyonlar, müzikal his, felsefi değerlendirlendirme, manevi beklenti gibi birçok başlık açılabilir.
Örneğin bu entry tüm cümle ve paragraflarında anlam barındırıyor. Ancak her yazar aynı algıyla okumayacak cümleleri. Kimileri tümüyle anlamaya odaklanacak kimileri ise aralarsan seçtikleri bazı kelimelerle anlam bütünlüğünü kendisi oluşturmaya çalışacak.