sanat akımları ve rap - bol sözlük

sanat akımları ve rap



başlık no:38927 okunma:1264



  1. Rap müzik ve son dönemde de özellikle trap müzik sık sık “sanat” kavramı üzerinden tartışılıyor ve kimilerince bu şarkılar da “sanat” çerçevesi içine alınıyor. Şunu diyebilirim ki “sanat eseri” konusunda atladığımız konular var: hedef kitle, toplumsal zemin ve estetik. Birtakım sakıncalı şarkıları “Yetişkin kitleye hitap ediyor” diye aklayacaksak şu sorular gündeme gelir: “Peki o zaman neden yetişkin olmayanlar için de ulaşılabilir vaziyetteler?” ve “Yetişkin bireylerin sanat zevkine hitap edecek kadar derinlikli ürünler mi?”. İkinci soruya “Hayır” diyorsanız o zaman “Çocuk şarkısı / ergen şarkısı / ergen zekâsına sahip birey şarkısı” demeniz lazım; ama ilk başta “Yetişkin kitleye hitap ediyor.” demiştiniz zaten. Bu paradoks da bu tür şarkıların sanat noktasında kendi kendilerini imha ediyor olduğunu gösteriyor bence.

    Trap müzik söz konusu olduğunda sanatın sınırlanamaz olduğu da söyleniyor ve sanat / edebiyat akımları bu sınırları ortadan kaldıran şeyler olarak öne sürülüyor. Ancak şu var ki bu edebiyat akımlarının hiçbiri durduk yere sanatın sınırlarını genişletmek için ortaya çıkmamıştır, hepsinin ortaya çıkışının tarihsel, toplumsal ve psikolojik zeminleri vardır. Bu akımlar her zaman ve her yerde aynı kuvvette yürürlükte kalamazlar, onları doğuran etkenler gereği güçleri azalır veya artar. Ayrıca her sanat akımı kendi devrinde de aynı derecede etki sahibi olmaz, bazıları akım iken bazıları yöneliş seviyesinde kalır (Bazılarının akım hâline gelememeleri de ilgili zeminden yoksun oluşlarıyla ilişkili zaten.). Ayrıca bir diğer milletin yaptığını aynı çağda aynı şekilde yapmak da sanatın felsefesiyle bağdaşan bir şey değil. Bu konuda Suut Kemal Yetkin'den önemli bir alıntıya yer vermek istiyorum:

    ***

    “İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana bizde kendini gösteren edebiyat kıpırdanışlarını üç bölümde toplayabiliriz: 1941'de yayımlanan Garip'le, Orhan Veli ve iki arkadaşının meydana getirdiği -sonradan Birinci Yeni diye adlandırılan- topluluk; arkasından gelen 1945-1950 yıllarının toplumcu gerçekçileri; bunun da arkasından gelen ve 1950'den sonra sesini duyurmaya başlayan soyutçular ya da anlamsızcılar. Hepsinin uzun ya da kısa gecikmelerle izledikleri hep Fransa'da olup bitenlerdir. Bu bir özenti mi yoksa bir esinlenme midir? Öyle sanıyorum ki Fransa'daki edebiyat akımlarını gerektiren şartların bizde de -onlara paralel olarak- bulunduğunu veya bulunmadığını belirtmekle bu iki sorudan biri kısaca cevaplandırılabilecektir.

    İlkin şunu söyleyelim ki gerçeküstücülüğün Batı'da XX. yüzyılın başında meydana çıkmamasına imkân yoktu. Batı Dünyası Rönesans'tan beri, Orta Çağ'ın iman gerçeği karşısına aklın egemenliğini çıkaran bir uygarlık üzerinde yaşıyordu. Akılcılık, bilimcilik bu uygarlığın temelleriydi. Evren ve insan şaşmaz yasalarla yönetiliyordu. Onları önceden kestirmek, denetlemek işten bile değildi. Her şey bir saat gibi işliyordu. Ama Rönesans'tan bu yana sabırla işlenen bu düzenin kültür yapısı temelinden sarsılmaya başlıyor. Baudelaire'in, Rimbaud'nun, Freud'ün, Bergson'un görüşüyle yetişmiş olan bir kuşak, aklı ve ışığını bir kenara iterek, Pirandello'nun deyişiyle kuyu diplerindeki su çemberlerine benzeyen, bilincin ötelerine, derinliklerine, karanlıklarına doğru inmeye başlıyor. Asıl insanı bütün gerçek zenginliği ile bu dar çember ötelerinde buluyor. Bu bakımdan gerçeküstücülük edebiyatta aklın baskısına karşı bir ayaklanma hareketinden başka bir şey değildir.

    (...) Şimdi, açıklamaya çalıştığımız durumu gerektiren şartların hiçbirinin bizde bulunmadığını göz önüne getirirsek 1941'de kendini gösteren gerçeküstücülüğün bir özentiden başka bir şey olmadığı anlaşılabilir. Garip topluluğunun sonradan bu tutumu bırakması, Orhan Veli'nin izlenimci, Oktay Rifat'la Cevdet Melih'in toplumcu bir şiire geçmeleri de gerçeküstücülüğün bizde bir özenti olduğunu belirtir. Hele Oktay Rifat'ın son tutumunu da bırakarak soyutçuluğa dönmesi, bu bakımdan söylediklerimizi ayrıca destekler.

    (...) 1945'ten 1950'ye gelene kadar şiirimizde ve hikâyemizde yer yer kendini gösteren toplumcu gerçekçiliğe gelince: Bu davranışın da dışarıdan sokulmuş yabancı bir mal olduğunu anlamak için, İkinci Dünya Savaşı'na girmediğimiz, onun korkunç yıkıntılarından uzak kaldığımız, düşmana karşı bir direnme cephesi kurmadığımız hâlde, bu gereklere dayanan bir davranışın, barış ve düzen içinde bulunan bir memlekette (*) uygulandığını göz önüne getirmek, özgürlüğün hiç de kısıtlı olmadığı bir dönemde başka dillerden özgürlük şiirleri çevrildiğini ya da doğrudan doğruya yazıldığını hatırlamak yeter de artar bile.

    (...) İkinci Yeni diye önemle anlatılan ve bir sürü sorulara konu olan sözde şiir akımına bakarsak, verimlerinin, Michaux'dan, gerçeküstücülüğü bazı değişikliklerle sürdüren Rene Char'dan ve İngiltere'deki benzerlerinden kopya edilmiş olduğunu görürüz. Doğrusunu söylemek gerekirse, akılcılığı da kimseye bırakmayan bu kafayorucu soyutçuluk, sadece, kimilerinin yaratılışlarındaki sanat yoksulluğunu gizlemekten, önce yazdıklarına yeni bir şey katamayan kimilerinin de bu yolla bir süre için dikkati üzerlerine çekmekten başka bir şeye yaramamıştır.

    Ya şu bunalan, öfkelenen şairlerimiz, hikâyecilerimiz? 'Yalnız Batılılar bunalmaz ya! Biz de bunalırız. Yalnız onlar öfkelenmez ya! Biz de öfkeleniriz.' İşte bütün dedikleri bu. Her gün sayısı gittikçe kabaran, hep birbirine benzer şiir kitapları? Yazılması hiç de gerekli olmayan hikâyeler? Yüksek perdeden atan ve sözde son edebiyat akımlarımızı değerlendiren eleştiriler birbirini kovalıyor. Evet, açıkça söylüyorum: Bunlardan pek bir şey kalmayacak. Çünkü çoğu aktarma bunların. (...) Sözün kısası her yeniyi bir değer sayan yenicilerimiz, Orhan Kemal gibi, memleketimizin kendi gerçeklerine dayanmadıkça ve bu gerçekler üzerinde bir düşünce örgütü kurulmadıkça belki de bu hâl hep böyle sürüp gidecek.

    Bu söylediklerim, yeni akımlar ardından koşanlar için. Bunların, körpe okurları bir süre kolayca avlayacakları düşünülebilir. Ama güç olan, yazarların kendisini yazdığına inandırmasıdır. Bu ise uzun bir çıraklık, olgunlaşma dönemi ister.

    Fakat, ondan önce de, yazarın yaratıcılığa yeteneği olması gerekir.

    * Bu yazının yazıldığı sıralarda, memleketimizde bugünkü düzensizlik ve bunalım henüz yoktu.”

    (Kaynak: Suut Kemal Yetkin, “Edebiyat Akımları”, Denemeler, İş Bankası Kültür Yayınları, 1972, s. 204-210.)

    ***

    Epey uzun bir alıntı oldu, sabırla okuyanlara teşekkür ederim. Suut Kemal Yetkin “sözde akım” olarak nitelendirdiği yönelimlerin ömrü konusunda öngörü hatasına düşmüş diyebiliriz; ama konuyu edebiyattan rap'e getirdiğimizde aslında söylediği her şeyin rap'te de geçerli olduğunu görüyoruz. Bugün trap de bir anlamda akılcılığın karşısına geçmiş vaziyette diyebiliriz (Ceg “Faturalar”da “Delirdik sadece” diyor mesela.); yaptıkları iş de -istisnaları olmakla birlikte- özgünlük noktasında sıkıntılı, toplumsal zemin noktasında sıkıntılı, estetik değer noktasında sıkıntılı. Bunları görmezden gelip bu şarkılara hâlâ sanat eseri diyorsak Norm'un “Eksik Etek”ine de sanat eseri demek zorundayız. Ben Norm'un, basitliği dolayısıyla herkesin eleştirdiği “Konu Kilit” şarkısında düşünsel bir derinlik aradım mesela (#248997); ama buna gelen karşılık “Böyle bir şarkıda da derinlik aranır mı?” oldu. Bu sözlükte veya başka mecralarda rap dinleyicileri olarak gerçekten sanatsal değeri olan bazı işleri az dinliyor ve az konuşuyoruz; Joker battle yapınca “Tekniği iyi ama içeriği kötü.”, Norm şarkı yapınca “Tekniği de içeriği de kötü, insanlar bunu niye dinliyor?” diyor ve ikisinin de rap'lerini geliştirmelerini ya da bırakmalarını temenni ediyoruz; ama konu trap olunca “Bu da sanat. Herkes protest olmak zorunda değil, herkes aynı tarz şarkıları dinlemek zorunda değil. Hem yabancı rapçiler de bu tarz şarkılar yapıyor.” falan diyoruz. Bu bence hatalı bir tutum.

    Son olarak bir örnek vereyim; hepiniz Contra'nın da şarkılarına konu olan “Ray Ray Kasım”ı bilirsiniz. Bu Ray Ray Kasım, anlamsız kelimelerden türetip Çarkıfelek programında okuduğu şarkıyla (“Ray Malifalitiko”) alay konusu olmuştu, Mehmet Ali Erbil “Bu şarkıyı tuvallette mi yazdınız?” falan demişti. Hâlbuki tarihte şiirin anlamsız kelimelerle, sadece harflerin müzikalitesine değer vererek yazıldığı bir edebiyat yönelişi de olmuştur: letrizm. Şimdi biz bu bilgiyle gidip Ray Ray Kasım'ın “Ray malifalitiko”suna “letrist şiir” diyor muyuz? Demiyoruz. Niye peki; çünkü ilgili zeminden / felsefeden yoksun bir girişim gerçekleştirmiş de ondan. Sanatın sınırlarını ortadan kaldırdığınız anda Ray Ray Kasım'a da “letrist şair” demek durumundasınız; demiyorsanız sanatın bir sınırının olduğuna / olması gerektiğine inanmak mecburiyetindesiniz.
    yorumlayan adam
    14/3/2021 15:11
    heart_plus : 1 stat_minus_2 : 0 




  2. ya hocam estetik değer demektesin, dinlediğin adamları da görüyoruz. heee "kimsenin estetik değer algısına laf etmek kimsenin haddi değil diyosan" aynen öyle diyorum. neye göre karar verdin estetik değere de estetik değer noktasında sıkıntılı buldun. belki de öyledir de buna kim karar veriyor.
    hawaii fisek
    14/3/2021 18:00
    heart_plus : 0 stat_minus_2 : 0 


  3. “Kimsenin estetik değer algısına laf etmek kimsenin haddi değil.” demiyorum, “beğeni” ile “estetik değer algısı” farklı. Estetik değeri düşük şeyleri de beğenebilirsin; ama “Bence bunlar daha estetik, sanatsal açıdan daha kıymetli.” diyemezsin. Diyorsan kavramları yerli yerine oturtmuyorsun demektir.

    Rap dışından örnek verirsek, İsmail YK'nin “Şapur Şupur”unun estetik değeri var mı? Veya sinemadan örnek verelim, sanat kıymeti açısından “Vizontele” ile “Recep İvedik”i aynı kefeye koyabilir miyiz? “Recep İvedik” bizi güldürüyordur, bazı noktalarda düşündürebilir de hatta, ama “Vizontele”nin yaptığı kadarını yapamaz. Rap'te de böyle; bazı şarkıları stres atmak, eğlenceli vakit geçirmek için dinleyebiliriz, ama konu “kaliteli”, “estetik” gibi kavramlara geldiği zaman farklı konuşmak gerekir. Ben mesela Sansar Salvo'dan “Acı Kahpe”yi “Nedense”den çok daha fazla kez dinlemişimdir; çünkü beni daha çok dinlendiriyor, ama gidip “'Acı Kahpe' 'Nedense'den daha güzel bir şarkı” demiyorum; diyemem çünkü. Onu daha çok dinlemem farklı bir mesele. Ama trap savunucuları bu farklı meseleyi itiraf etmekte zorlanıyorlar ve eski stil rap'i “dinozor rap'i”, “kamu spotu” vs. diyerek kötülemenin ötesine geçemiyorlar bence. Müzikalite gibi bir kıstas -adı üstünde- kulağa hoş gelmekle alakalı bir kıstas; yani sözsüz beat'i dinlesen de hemen hemen aynı keyfi alacaksın, yabancı şarkıları dinlemek de bu etkiyi yaratıyor. Bu noktada Joker'in “Black Jack”ini düşünelim mesela, parodisi olduğu şarkının müzikalitesine tamamen uyan bir flow ve rhyme matematiği var ve verdiği mesajlar itibarıyla ondan üstün; ama işlerine gelmeyenler bu şarkıyı alaya aldılar.

    Estetiğin ne olduğunu anlayabilmek için ne olmadığını da düşünebiliriz, bu da karşıtı olabilecek kavramı düşünmekle olur, “estetik yoksunu” anlamında kullanabileceğimiz kelime de “kaba”dır. İnsanın duygu dünyasında da estetik ve kaba taraflar vardır: aşk X şehvet, sevinç X keyif, hüzün X efkâr, azim X hırs vs. Şimdi yukarıya tekrar dönelim ve “Şapur Şupur neden estetik değil?” sorusuna cevap verelim: Çünkü aşkı değil şehveti konu ediniyor. Trap'e dönelim, aynı şey orada da var. Kadının metalaştırılması dediğimiz durumun temeli ona aşkla değil salt şehvetle yaklaşılması. Hüzün X efkâr karşıtlığı da melankolik rap'in niye estetik, arabesk rap'in neden kaba olduğunu açıklıyor; çünkü hayata dair derinlikli bir felsefesi yok, acı güzellemesi yapıyor. Duygusal rap'ler de böyle, sözler “Sen gittin, öldüm bittim”den öteye geçemiyorsa bu kabadır, sığdır. Kimi protest rap'lerin kamu spotuna benzetilmesi de bu yüzden, sığ yergi içeriyorlar. (Örnek olarak Sehabe'yle Yeis'in “Susamam” verse'ünü anabiliriz.) Bu noktada “Battle rap kaba değil mi?” şeklinde bir soru gündeme gelebilir; ama battle rap'in de kendi içinde estetik ve kaba -ya da derinlikli ve sığ- taraflar olabiliyor. Battle rap'in satirik ve belki epik, didaktik tarafları var, melankolik rap'in lirik, felsefi, dramatik ve belki pastoral tarafları var, protest rap'in yine satirik, didaktik, epik ve felsefi tarafları var. Gangsta rap de çoğunlukla kaba olmakla birlikte epik ve felsefi derinliğe sahip olabiliyor (Örneğin Killa Hakan'dan “Bildiğin Gibi Dal”). Trap'in neyi var peki; lirik mi, didaktik mi, satirik mi? Hiçbiri değil. Konusu ne: şehvet, keyif, hırs, efkâr. Madde X mana karşıtlığında da maddenin tarafında duruyor.

    Trap içinde dinlenmeye müsait örnekler yok mu, var tabii. Ceg'in “Faturalar” şarkısı trap içinde kaliteli denebilecek bir örnek; içinde bulunduğu durumu güzellemek yerine içten içe şikâyetçi bir tavır sergilediği için. “Faturalar”ı kıymetli yapan şey ne peki; resmetme yeteneği. Neyi resmediyor; toplumun maddi değer yargılarıyla değer dünyası alt üst olmuş ve içine düştüğü bunalım neticesinde maddi hazlara yönelmiş bir bireyin, keyfi yerinde olmasına rağmen mutsuz oluşunu. Şarkı bireysel ve sosyal psikoloji yönünden elle tutulur bir mesaj veriyor yani; bu da onu didaktik ve satirik kılıyor. Ama Ceg'in de her şarkısı bu tarz bir resmediciliğe sahip değil ve her dinleyici de şarkıya bu çerçevede yaklaşacak diye bir kaide yok. “Diğer şarkıların da resmediciliği var.” derseniz “Neyi resmediyor?” derim, neyi resmettiğini söylerseniz de “Resmettiği şeyler kaba ve bizi ilgilendirmeyen, duygu dünyamızda tahribata sebebiyet veren şeyler.” derim. Bu noktada Suut Kemal Yetkin'den bir alıntı daha yaparak entry'yi kapatayım: “Pornografik roman neden sanat değerinden yoksundur? Çünkü insanın iç dünyasını cinsel isteğin boyunduruğuna sokar da ondan!” (Suut Kemal Yetkin, “Sanatçı, Sanatçı Kalmak İstiyorsa...”, Denemeler, s. 16-18.)
    yorumlayan adam
    14/3/2021 21:52
    heart_plus : 1 stat_minus_2 : 0 


  4. hocam kim dedi sana şehvet estetik değildir diye ya. sinemadan verdiğin örnek de vizontele'de tıkandıysa o da talihsiz bir örnekleme olur çünkü sinemayla daha içli dışlı tarihini, tekniğini, estetiğini, içeriğini bütünlüğünü irdeleyen sinema "entelektüelleri"nin büyük kısmına göre vizontele baya baya sığ, estetikten yoksunu bi filmdir. yani türkiye sinema tarihi için de dünya sinema tarihi için de örneklenecek bi film değildir.
    ikinci olarak sözsüz beati dinlemekle trap şarkısı dinlemek arasında pek fark olmayacağından bahsetmişsin. öyle bi durum da söz konusu değil bu hadi içeriği geçtim flowu ve vokali yok saymaktır, yersiz olmuş. estetiğe de içerik yoğunluklu bakıyosun, çoğu analiz, inceleme yöntemine göre içerikle biçim-estetik farklı başlıklar altında değerlendirilecek şeylerdir. yani kamu spotu geyiği biraz da şudur sen istediğin kadar derin bi şeyden bahset içerik olarak bunu biçimle harmanlayamazsan ortaya estetikten uzak bi şey çıkabilir. bir şeyi anlatmak var anlatmak var. mesela senin yazıların da uzun evet ama uzun olup da okuması sıkıcı olmayan yazılar var if'in mesela bir iki yazısı aklıma geliyo.
    bir eserin estetik olmasını verdiği mesaj da sağlamaz, didaktik olması da sağlamaz, satirik olması da sağlamaz. ben dalinin bi tablosuna bakarken bilinç düzeyinde belki de hiç bi şey anlamıyorum ama alınan estetik haz baki kalıyo. keşke bu kadar gereksiz örneklemeye sapılmadan net bi şekilde tartışabilsek.
    hawaii fisek
    14/3/2021 22:14
    heart_plus : 2 stat_minus_2 : 0 


  5. “Recep İvedik”in karşısına “Yeşil Yol”u mu koyayım; benzer örnekler üzerinden karşılaştırma yapmak için “Vizontele” örneğini verdim. Sinema entelektüellerinin ölçütleri açısından “Vizontele”nin konumu farklı bir konudur, “Vizontele” ile “Recep İvedik”in birbirine göre konumu farklı bir konudur. Ben kendi yaklaşımım açısından kıyasladım.

    “Kim dedi sana” - Her şeyi bana birinin söylemesine ihtiyacım yok ki. Şehvet bir içgüdüdür ve ruhla değil bedenle alakalıdır. Ruhla alakalı olmaya başladığı yerde artık o şehvet değil aşktır; bu kadar basit bir mevzu bu.

    “Flow'u ve vokali yok saymak” - “Black Jack” örneğini bu yüzden verdim zaten; belli bir flow'u tutturmak için sadece sığ içerikte müzik yapmaya gerek yok manasında. “Black Jack”i de kendi içinde sığ bulabiliriz ama verdiği mesajlar itibarıyla daha elle tutulur bir şarkı.

    “İçerikle biçim-estetik farklı başlıklar altında değerlendirilecek şeylerdir.” - Estetiği sadece biçimin konusu hâline getirmek doğru değil; Suut Kemal Yetkin'den verdiğim örnek bu konuda yeterli olmalı. Estetiğin kelime anlamı “sanat felsefesi”dir, sadece biçimle ilgilenmez. (Tam anlamını verelim: Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat. & Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu alarak ele alan felsefe kolu.) Resim, heykel, fotoğraf, sinema gibi görsel yönü olan sanatlarda estetiğin konusu biçim ağırlıklı olabilir ama edebiyatta sadece biçimsel estetik aranmaz. Bir romanı kurgusundaki başarı yönüyle değerlendirirsen farklı bir sonuca gidebilirsin, ama konusunda ciddi sıkıntı varsa kurgusundaki başarıdan bize ne yani. Şarkı da müzikle edebiyatın kesişim noktasında yer alan bir türdür; vokal, altyapı vs. müzikal yönüdür; içeriği, kelime seçimi, derinliği vs. edebî ve felsefi yönüdür. Flow ortada bir yerde duruyor, hem müzikal hem edebî yönü var.

    “Bir eserin estetik olmasını verdiği mesaj sağlamaz.” - Ben öyle demedim ki zaten, Sehabe'den verdiğim örnek de bunun kanıtı. O verse'ün yüzeysellik noktasında bir problemi var. Flow ve rhyme işin içine girdiğinde yine farklı noktalara gidiliyor; Joker üzerinden de “Biçimde estetik olsa da içerikte sığ kalabilen rap”in örneğini verdim zaten. “Trap de biçimsel yönden belki estetik ama içerikte yüzeysel, bunu niye kabul etmiyorsunuz?” diyorum; hatta trap'e flow ve rhyme açısından yaklaşırsak hem içerikte hem de biçimde sınıfta kalacak örnekleri de var (Ben Fero), neden bu noktaları görmezden gelip her şarkıyı sanat eseri olarak görmemiz bekleniyor; demeye çalışıyorum.

    “Bir eserin estetik olmasını verdiği mesaj da sağlamaz, didaktik olması da sağlamaz, satirik olması da sağlamaz.” - Tamam da bunların hepsinde firesi olup da sadece biçimsel yönden iyi olan eserler neden estetik kabul edilsin, “sanat eseri” kabul edilsin? Ben bu noktadaki yanlışı göz önüne sermeye çalışıyorum. Dali'nin yaptığı şey resim, o da göze hoş gelir. Söz konusu olan şey resim olunca bunun esas maksadı göze hitap etmek olduğu için “estetik” diyebilmemiz için gözümüze güzel gelmesi yeterli olabilir; ama şarkı -özellikle de rap şarkısı- bir şeyler anlattığı için, kulağa hitap etmesi estetik değer taşıması için yeterli değil. Duyular ve duygular farklı şeyler, trap insanın duyularında güzel etkiler uyandırabilse de duygu dünyasında güzel etkiler uyandıracak bir şey değil. Güzel değilse estetik de değildir, bunu biçim - içerik diye ayırmaya gerek yok. Bir tarafta sınıfta kalıyorsa estetikten yoksundur, konu rap olduğu zaman da içerik ölçütümüz biçimsel ölçütlerimizin önüne geçmelidir bence; çünkü insan duyularıyla uyarılır, duygu ve düşünceleriyle yaşar. (Duyu ve duygu kavramlarını tartışmaya açık şekilde kullanmış olabilirim ama maksadımı anladığınızı sanıyorum.)
    yorumlayan adam
    14/3/2021 23:55
    heart_plus : 0 stat_minus_2 : 0 


  6. "trap insanın duyularında güzel etkiler uyandırabilse de duygu dünyasında güzel etkiler uyandıracak bir şey değil." buna işte kendin herkes adına karar verdiğin için belki de sıkıntılar başlıyo o yüzden sana dedim kim dedi sana diye. tekrar diyorum kim dedi sana trapin duygu dünyasında güzel etkiler uyandırmadığını. sen kişisel olarak mesaj verme kaygılı içerik seviyo olabilirsin ben de diyorum ki. asıl mesaj verme kaygın olduğu zaman sığlaşabilirsin rap gibi bi alanda. kamu spotu geyiği de burdan geliyo. neden bir eser didaktik, satirik vs değilse sanat eseri sayılamaz bunu hala anlamadım. adam belki salt öfkesini dışa vuracak hiç bir mesaj kaygısı, öğüt kaygısı olmayacak ve bunu dinleyen insan da estetik haz alacak, duygularına hitap edecek bu olasılıksız bi şey mi yani. burda rap adına konuşuyoruz ama ben genel sanat adına fikrimi söyleyeyim bari. sanat aslında duygusal olarak iki kişi arasındadır sanatçı ve eserle etkileşime geçen kişi. bunlar eserle estetik etkileşim kuruyosa o iş sanat eseridir. ama bunun ne kadar önemi var tartışılır. bir şeyi toplumsal olarak sanat eseri yapan şey de toplum ve normlarıdır, güçtür. ortaçağda sanatı aşağı yukarı lordlar belirler çünkü parayı verip sana eser yaptırır. günümüzde de yasalar önünde bazı formatlar sanat eseri olarak kabul edilir. duvara asılan muzun sanat eseri kabul edilebildiği dünyada didaktik, satirik içerik taşımayan şarkının sanat eseri kabul edilmemesi tartışmanın asıl düzlemi. ki şöyle black jack denen şarkının da entelektüel derinlikli sanatla uzaktan yakından alakası yok mary jane denen şarkının da. rapte zaten bunları aramak çok zor benim için eski yeni o açıdan çok fark etmiyo rap popüler kültür ürünü olduğundan dolayı zaten genel sanat tarihi ile anılamayacak bi seviyede genel olarak.
    hawaii fisek
    15/3/2021 00:37
    heart_plus : 0 stat_minus_2 : 0 


  7. bu kadar uzun uzun yazmalara gerek yok. sanat kişilerden, zamandan, toplumdan öte bişeydir bunlardan etkilenir, beslenir fakat bunlarla veya bunlar tarafından yargılanıp cezalandırılamaz. tabi bu olması gerekendir, bizde veya benzerimiz toplumlarda böyle işlemez zamanın hakim fikir, toplum ve kurumları tarafından cezalandırılır. bunun cezasını yine refah seviyesiyle maruz kaldığı yaşam şartlarıyla toplum çeker. yani burda veya başka yerlerde istediğiniz kadar laf salatası yapın haksız olduğunuz cok acık. toplumdaki bu düsünceler yüzünden dün başı kapalı diye eğitim hakkından yararlanamayan kadınlarımız yarın acık diye yararlanamayacak ama her zaman birileri döneminde sakıncalı görüldüğü icin hakkından özgürlüklerinden olacak. sizlerde en ufak aykırılıklar sıradısılıklardan rahatsız olup buralarda boş yapacaksanız. dua edinde toplumun istekleriyle ters düşüp kendi haklarınızdan olmayın.
    bir şeyin sanatsal değerini ölcmek de zannettiğiniz kadar kolay bişey değildir. ismail yk nın şapur şupuru senin icin birşey ifade etmese bile birilerinde karsılığı olabilir. bu sanat mevzusu mağara duvarlarına kadar dayanıyor sonucta.
    denyo361
    15/3/2021 01:04 ~ 15/03/2021 1:11
    heart_plus : 2 stat_minus_2 : 0 


  8. Epik, didaktik muhabbetini şiir türleri üzerinden açmıştım aslında. “Adam belki salt öfkesini dışa vuracak.” demişsin; ama bunun normal hayattaki diyalog gibi yapılması ile şiirsel ifade yoluyla yapılması farklı. Bunu şiirselleştirecek şey de biçimsel yön haricinde okuyanın / dinleyenin duygularına hitap edebilmesi; yani benim öfkelerimle ortak paydası var mı, öfkelendiği şey ne, onu öfkelendiren şeylere karşı eleştirel tutumu nasıl vs. Yani öfkenin temelinde de satirizm yatabilir, çünkü onu öfkelendiren şeyi (kişi, sistem vs.) örtülü olarak da olsa eleştiriyor. Ortada haklı bir öfke varsa haklı bir eleştiri de vardır, haksız öfkenin estetiğinden söz edilemez diyebilirim.

    “Hiçbir mesaj kaygısı olmayacak” - Bir insan mesaj kaygısı olmadan da mesaj verebilir, iletişimin doğal bir sonucu bu. Dediğim gibi, sen sırf öfkeni anlatmak istersin ama bu seni öfkelendiren şeye karşı haklı ve tutarlı bir eleştiri değeri taşımak noktasında mesaj içerikli olmaya başlayabilir. Sırat'ın “Paranoya” şarkısı öfkenin işlenmesi açısından bence güzel bir örnek mesela; ama kişisel kavgaların tetiklediği şarkılar böyle değil. Onlarda çoğunlukla muhatap alınan kişiyi ilgilendirecek eleştiriler sıralanıyor, ama biz bundan da bir nevi epik haz alabiliyoruz; çünkü bir taraf haklı, diğer taraf haksız gibimize geliyor ve kendimizce haklı olanın kazanmasını umuyoruz. Joker - Patron karşılaşması böyleydi mesela, orada ben Patron'un haklı öfke, Joker'in de abartılı öfkeyi temsil ettiğini söyleyebilirim kendi bakış açıma göre. Çoğu kişi biçimsel noktada Joker'i önde gördüğü için onun kazandığını ileri sürdü ama Patron'un argümanları bence daha doluydu. Senin deyiminle ifade edersem de “Gotham City” öfkenin estetik haz uyandırması noktasında “Yarasa Koleksiyonu”nun ilerisindeydi bana göre. :-) Ama o şarkıda da sanatsal kıymetler var, kendisini bir kahramana benzetmesi epik ve metaforik anlam taşıyor; “Dükkânlarım battı, hepsi rap için”, “Artık soğuk ve sertim, Ankara gibi” türünden sözler lirik anlam taşıyor, “Gidip anasına sövdüğünüzü like'layın” satirik anlam taşıyor vs. Joker ise çoğunlukla karşısındakine laf yetiştirmeye çalışan, alaycı bir görüntü çiziyordu ve belki de bu yüzden ben Patron'u daha önde buldum. Trap'teki sıkıntı da bu noktada başlıyor işte, alaycılık ve insanın özünde var olan değerleri önemsememesi. Trap'te mutluluk yerine keyif ve zenginlik var, haklı mücadele ve haklı zafer yerine salt zafer var, insanlar birer obje durumuna gelmiş vs. Bu değerlerin alt üst oluşunu Ceg'in “Faturalar”ında olduğu gibi işlersen sanatsal kıymeti olur, ama bunu savunur veya güzellersen sanatsal kıymeti olmaz diyebilirim.

    Duvara asılan muzun sanat eseri kabul edilmesi saçma zaten; muzun sanat eserliğinden bahsedeceksek bu, muzu duvara asanın değil muzu var edenin sanatı olabilir ancak. Orada “absürt” kavramı da devreye giriyor sanırım, onun tetikleyicisi / felsefi altyapısı farklı.

    “Black Jack'in de, Mary Jane'in de entelektüel derinlikli sanatla uzaktan yakından alakası yok.” - Tamam işte, bazı dinleyiciler bir tarafı kötülerken diğer tarafa “Sanat özgürdür”, “Bu müzik Amerika'da bu şekilde icra ediliyor.” gibi argümanlarla kucak açabiliyorlar; benim eleştirmek istediğim nokta da bu zaten. Ben uğraşırsam “Konu Kilit”te sanatsal yön bulabilirim ama “Mary Jane”de bulamam. Özgünlüktür, kelime seçimidir vs. türlü türlü konularda sıkıntısı var denebilir. Norm'un da kelime seçiminde sığlık var ama -ilgili entry'mde de belirttiğim üzere- bu basitlikte çocukluktan gelen etkiler söz konusudur yorumu yapabiliyoruz (Hey Corç, versene borç - Hey Mike, atsana bir like); şarkının sonunda 90'lara vurgu yapması da çocukluk dönemini düşünmemize yol açıyor.

    @7 (@denyo361) - Sen konuyu yine “özgürlük” noktasından ele alıyorsun. Ben bir şeyi neyin sanat eseri yapıp neyin yapmadığı konusunda fikir yürütmeye çalışıyorum; kimse şöyle şöyle işler yapamasın demiyorum. (Yeri geldiğinde o da denebilir ama siz yerinin gelebileceği fikrini kabul etmek istemiyorsunuz.) Ama sanata veya bilime vs. hiçbir sınır çizmediğimiz noktada bunun kötü etkileri olmayacağının garantisi neye göre verilecek? Bunun sınırının çiziliş şeklini tartışabilirsin; ama “İnsanlar özgür, kendisine zararlı olacak şeye yöneliyorsa o konuda da özgür.” gibi cümlelerle bu konuyu halledemeyiz. Hiçbir insan sadece kendisi olarak var olmuyor, diğerlerinin varlık alanına da müdahale ediyor, dolayısıyla kendimiz için tercih ettiğimiz çoğu şeyde de başkalarına karşı sorumluluk sahibiyiz. Ayrıca bir insanı her konuda özgür bıraktığın zaman ona değer vermiş olmuyorsun, kendisi ve başkaları için zararlı şeyler yapıyorsa ve sen buna sessiz kalıyorsan ona gerçekten değer vermiş olur musun?

    Başı açık ve kapalı insanların eğitim hakkından yararlanıp yararlanmamasıyla “sanat” tartışmasının ne alakası var ki? Orası ideolojinin konusu. Sen bu sistemin karşısında isen bu sistemin karşısında yer alan şarkıları desteklemen, bunları özgürlüklerini savunduğun diğer şarkılardan daha değerli görmen gerekmiyor mu ayrıca?

    Yazdıklarımı laf salatası olarak nitelendirmen ilginç; bana göre de özgürlüğünü savunduğunuz bazı şarkılar laf salatası. Haksız oldukları da çok açık. Ne konuda haksızlar dersek; insanı ve hayatı anlama ve anlamlandırma konusunda haksızlar. Ve tıpkı ideolojilerde olduğu gibi, onlar da bu haksız bakışlarını başkalarına sirayet ettirme noktasında tehlikeli olabilirler. “Kimse etkilenmez.” deyip kenara çekilmek kolay ama biz “etkilenmek” deyince sadece madde kullanımına özenmeyi kastetmiyoruz. Sadece bu tarz müziklerle yetişip de şurada bizimle uzun uzadıya derinlikli muhabbet edebilecek birini getirebilir misin mesela? İnsanların sadece para, araba ve manita peşinde koştuğunun anlatıldığı şarkılarla büyüyen birinin değer yargılarının sağlam olacağından bahsedebilir misin? Bu, onları kısıtlamaya çalışanların değer yargılarının sağlam olup olmamasıyla alakalı bir konu değil. “Özgürlük” derseniz de yine kime göre, neye göre, neye hizmet edecek şekilde? Sahiden şunu sormak gerekiyor belki de: özgürlük dediğimiz şey neye hizmet eder, insanların mutlu olmasına mı? Esaret mutsuz edebilir belki ama sınırsız özgürlüğün mutlu edeceğinin garantisi nedir? “Faturalar” size ne anlatıyor gerçekten; bana değer yargıları altüst olmuş ve bu şekilde sınırsız özgürlük içinde yaşayan bireyin aslında esir durumda olduğunu anlatıyor. Onu esir eden pek çok şey var ve “hâkim değer yargıları” bu şeylerden sadece bir tanesi. Onu yetiştiren insanlardaki değer yargılarının sıkıntılı olması neyden kaynaklanıyor peki; özgürlük arayışından. Evet; paran varsa özgür olursun, kolunda manitan varsa mutlu olursun kafasıyla yetiştirildiği için bu tür bir hayata özenmiş, şimdi bu hayata kavuşmuş ama bunun ne kadar saçma olduğunun farkına varmış; ama istese de kurtulamıyor. İnsanlar esaretten kaçarken kendilerini ve başkalarını esir duruma getirebiliyorlar yani; bu dün de böyleydi bugün de böyle.

    “İsmail YK'nın Şapur Şupur'u senin için bir şey ifade etmese bile birilerinde karşılığı olabilir.” - Ben bunun karşılık bulmayacağından bahsetmedim, “Estetik değeri yok.” dedim. Bir şeyin fazla karşılık bulması popülaritenin ve ticaretin konusudur, sanatın değil. O zamanlarda hepimiz dinledik bu tür şarkıları, ama sadece bu tür şarkıları dinlemedik ve bunlara “güzel” derken de “güzel” kavramının derinliğinden bihaberdik.

    “En ufak ayrılıklardan, sıra dışılıklardan rahatsız olup buralarda boş yapacaksınız.” - Bu noktaları verecek şey kişinin üslubudur. Ben burada ne zaman tartışma gayretinde bulunsam “Boş yapıyorsun.” gibi ithamlarla karşılaşıyorum; sence hangisi rahatsızlık belirtisi? Başı açıkları da başı kapalıları da eğitim kurumlarından kapı dışarı eden ben değilim ki, bana niye kızıyorsun?

    “Dua edin de toplumun istekleriyle ters düşüp kendi haklarınızdan olmayın.” - Ben toplumun istekleriyle ters düşmekten korkan, onlara ayak uydurmaya çalışan biri gibi mi duruyorum? Bu söylediklerinden bu anlamı çıkarıyorum. Ben sanat veya sanatın özgürlüğü noktasındaki fikirlerimi topluma borçlu olmadığımı söyleyebilirim. Zaten toplumla uyuşmayan da ben oluyorum, çünkü şu anda toplumda karşılığı olan şey “özgürlük” zırvaları, benim söylemeye çalıştıklarım değil.

    Yazdığım şeylerde sizi düşündürecek, farklı bakış açıları kazandıracak şeyler bulabilirseniz tartışmadan fayda sağlamış olursunuz (“Yazdıklarım bu niteliği taşıyor.” anlamında demiyorum.); ama işi dönüp dolaştırıp benim fikir ve perspektifimi eleştirmek noktasına getirerek bu noktayı kaçırıyorsunuz gibime geliyor. Sizin özgürlüğünü savunduğunuz şarkıların estetik açıdan da, ideolojik açıdan da insan hayatına elle tutulur hiçbir katkısı yok. Ama siz sanata da, özgürlüğe de, faydaya da keyfî anlamlar yükleyip ondan sonra bu anlamları keyfî olarak ihlal ediyorsanız o noktada diyebilecek bir şeyim yok. Ben keyfîliği en aza indirmek için her seferinde yanıt verme gayreti içine giriyorum; yoksa “bence”lere veya “başkalarınca”ya sığınarak yol yürümek benim de işime gelir. Siz bazı şeylerin size göre'sinin izahını yaparken başkalarının kendilerine göre'sinin izahını yapmasına mani oluyorsunuz; ama ben bazı mevzuların bana göre ve sana göre'sinin olmayacağını göstermeye çalışıyorum. Eğer “var” diyorsanız o zaman benim söylediklerim de işin bana göre'si; bunun mevcudiyetinden niye rahatsız oluyorsunuz? Yanıldığım noktalar olduğunu düşünüyorsanız bana göstermeye çalışabilirsiniz ("Vizontele" bu noktada iyi bir örnek oldu mesela.), ama itham seviyesinden öteye geçemeyerek bunu yapamazsınız. Sürekli aynı yerlerden eleştiri aldıkça aynı yerlerden cevaplar getirmeye çalışacağım, bunun da bir iki adımdan sonra faydası kalmıyor; o yüzden şimdilik bu başlıktaki entry'lerime son vereyim.
    yorumlayan adam
    15/3/2021 03:24
    heart_plus : 1 stat_minus_2 : 0 


  9. Çok haklısınız abi.

    Evet
    anonim
    15/3/2021 07:30
    heart_plus : 0 stat_minus_2 : 0 




  10. @yorumlayan adam hocam senle uğraşılmaz. Ben ne diyorum sen ne diyosun.
    hawaii fisek
    15/3/2021 10:26
    heart_plus : 1 stat_minus_2 : 0 


  11. Diğer arkadaşa söylediklerimi üzerine alınma lütfen; o noktada konu genişledi ve kişilerden ziyade sözlükte gördüğüm bir tutumun eleştirisine dönüştü.

    Şimdi, “Edebiyat eserinin estetik oluşunu didaktikliği, satirikliği sağlamaz.” diyorsun. Bu noktada bir kavramı işin içine katmayı unuttum; “söyleyiş güzelliği.”. Ben “Sen gittin, öldüm bittim.”den öteye geçemeyen şarkıların estetik olmadığından bahsederken işin bu yönüne temas etmeye çalışmıştım aslında. Ben içerik estetiğinden bahsederken söyleyiş güzelliğini dışarıda bırakmıyorum. Melankolik rap'le arabesk rap'i karşılaştırmadaki mantığım da işin bu yönüyle alakalı, içeriksel derinlik ve söyleyiş güzelliği.

    Söyleyiş güzelliğini yaratan şeyler edebî sanatlardır, mecazlardır, metaforlardır vs. Ama bahsedilen şeyin kendisinde bir güzellik yok ise onu güzel şekilde ifade etmemiz durumu kurtarmayacaktır; ben o sebeple trap'i içerikten vurmaya çalışıyorum. Ayrıca trap'te söyleyiş güzelliği olduğuna dair de bir veri sunan yok; altyapı, vokal ve flow işin sadece biçimsel yönünü kurtaran kıstaslar. Bu noktada sadece dinleyenlerin beğenisi ve bu beğeniye duymamız gereken saygı noktasından hareket etmek doğru değil; o zaman bizim “doğru”muz teşekkül edemez. Bu bir yerde şuna benziyor, “Biz buna yeşil diyoruz ama renk körlerine göre de kırmızı; saygı duymamız lazım.”.

    Ben kendimce söylediğim şeyin neden ve nasılını izah etmeye çalışıyorum; ama sen “Sana kim dedi”, “Başkası öyle düşünmüyor olabilir.”, “Niye herkes adına karar veriyorsun?”, “Öfkeden estetik haz alınmaz mı?” falan diyorsun. İnsan gladyatör dövüşlerinden de haz alabilen bir varlık; ama buna “estetik haz” denmez, bunun temelinde kaba / hayvanî bir haz vardır. Sen “Gotham City'nin insanda uyandırdığı haz da estetik değil, kaba haz o zaman.” diyebilirsin; ben de “Temelinde adalet duygusu var, haksızlığa / iftiraya isyan var, sitem ve melankoli var.” gibi noktalardan hareket ederek bu hazzın estetik yönü olabileceğine dair izah getirmeye çalışıyorum. Ama sizin saygı çerçevesinde yaklaşmaya çalıştığınız diğer beğenilerin neden ve nasılları eksik / yetersiz. Benim veya bir başkasının neden ve nasıllarıyla uğraştığınız kadar başkasının nedensiz ve nasılsız (veya neden ve nasılları varsa da bunları belirtmeye gerek duymadan) ileri sürdüğü şeylere itibar göstermemenin hoşgörüsüzlük olmayacağını anlayabilirseniz sorun kalmayacak. :-)

    “Rap'te bunları aramak çok zor benim için.” - Arayınca bulunuyor aslında. Tamam; ben Patron, Norm Ender veya Joker'i ele alıp trap'i bunlar üzerinden vurmaya çalışınca biraz absürt oluyor olabilir; ama Sagopa Kajmer de rap, Dilkeş Kârdâr da rap, Harpya da rap. Bunlar hem içerik, hem söyleyiş güzelliği, hem de biçim açısından gayet güzel eserler ortaya çıkarabiliyorlar. Sorun diğerlerine duyduğumuz teveccühün belki yarısını bunlara duyamıyor olmamızda; Türkçe Rap dinleyicisinin ve özelde de Bol Sözlük'ün genel bir sorunu bu bence. Belki de soruna sanat X eğlence karşıtlığı açısından da yaklaşmak lazım.
    yorumlayan adam
    15/3/2021 17:46
    heart_plus : 0 stat_minus_2 : 0 


  12. fb | twt | youtube | insta | spotify | anket | uyarı | devlog

    bol'da yer alan içeriğin doğru veya güncel olduğu hiçbir şekilde iddia veya garanti edilmemektedir. burada okuduklarınız sizi dehşete düşürürse türkçe rap ansiklopedisine de göz atmayı deneyebilirsiniz.
    hukuka aykırı olabileceğini düşündüğünüz içerikler titizlikle incelenip gereği düşünülmektedir. sözlüğü reklamsız görüntülemek isterseniz üye girişi yapabilirsiniz. soğuk içiniz.

    rastgele gururlarımız: